İsrail hapishanelerindeki Filistinli mahkumların kötüleşen koşulları
7 mins read

İsrail hapishanelerindeki Filistinli mahkumların kötüleşen koşulları

Şelma Halil ve Muhammed Madi / Batı Şeria

Hamas’ın İsrail’e saldırmasından ve Gazze’de savaş çıkmasından sonra Ümmü Muhammed, İsrail işgali altındaki Batı Şeria’da, İsrail hapishanesindeki oğlundan bir telefon aldı.

Abdülrahman Mari, “Bana dua et” anne diyordu. “Burada işler zorlaşıyor. Bir daha seninle konuşmama izin vermeyebilirler.”

Oğlunun sesini son kez duyuyordu.

Batı Şeria’daki Filistin yönetimine bağlı Mahkum İşleri Komisyonuna göre, 7 Ekim’deki Hamas saldırısından sonra İsrail’deki Filistinli mahkumların koşulları kötüleşti.

Komisyon Başkanı Kadura Fares BBC’ye yaptığı açıklamada çoğu dayak ve gerekli ilaçların verilmemesi nedeniyle” İsrail hapishanelerindeki 13 Filistinli mahkum hayatını kaybetti.

Abdülrahman ilk ölenlerden biriydi.

Karavat Beni Hassan köyünde marangozluk yapan Abdülrahman, geçen Şubat ayında seyyar bir kontrol noktasında tutuklandığında Ramallah kentindeki işinden evine dönüyordu.

İsrail’in insanları suçlama yöneltmeden istediği kadar tutabildiği idari gözetime alınmış ve Megiddo Hapishanesine konulmuştu.

Kardeşi İbrahim, Abdülrahman’a, gösterilere katılmak ve ateşli silah bulundurmak gibi küçük suçlamalar yöneltildiğini söyledi. Ancak İbrahim, aynı zamanda örgütteki faaliyetleri konusunda belirli bir suçlama olmamasına karşın, Hamas üyesi olmakla da suçlandığını belirtti.

İbrahim hala kardeşinin nasıl öldüğünü anlamaya çalışıyor. Abdülrahman’ın eski hücre arkadaşlarının ifadeleri ve mahkemeden gelen haberlere dayanmak zorunda.

Adının açıklanmaması kaydıyla BBC’ye konuşan eski bir hücre arkadaşı “7 Ekim’den sonra tam bir işkenceydi. Hiç neden olmadan bizi dövüyor ve arıyorlardı. Birine ters bir şekilde baksan bile” diyor.

Abdülrahman’ın kendisinin ve diğerlerinin gözleri önünde ağır bir şekilde dövüldüğünü anlatıyor.

“Sabah 9’da hücremize geliyor ve bizi dövmeye başlıyorlardı. Gardiyanlardan biri Abdülrahman’ın anne ve babasına hakaret etmeye başladı. O da buna dayanamadı ve karşılık verdi. Kötü dövdüler ve bir haftalığına üst kattaki bir hücreye götürdüler. Bu sırada acı dolu çığlıklarını duyuyorduk.”

Abdülrahman’ın öldüğünü, hapisten çıktıktan bir hafta sonra dövdüğünü söylüyor. İsrailli hapishane yetkilileri BBC’nin ve Mahkum İşleri Komisyonu’nun Abdülrahman ve diğer Filistinli mahkumların ölümüyle ilgili sorularına doğrudan yanıt vermedi. Sadece “Bahsedilen iddialardan haberimiz yok ve bildiğimiz kadarıyla doğru değil” dediler.

İnsan Hakları Doktorları adlı gruptan Profesör Danny Rosin, Abdülrahman Mari’nin otopsisine katıldı. Anlattıkları, Abdülrahman’ın hücre arkadaşı ve kardeşinin söyledikleriyle örtüşüyor.

Prof. Rosin’in yazdığı raporda, Abdülrahman’ın sol göğsünde çürüklerden ve kırılan birkaç kaburgadan bahsediliyor. Sırtında, sol kolunda, kalçalarında, sol kolunda ve baldırında, başının sağında ve boynunda yaralardan bahsediliyor.

Ayrıca, ek bir polis raporunda Mari’nin ölümünden altı gün önce üzerinde “zorla bağlama” yönteminin kullanıldığından bahsediliyor.

Profesör Rosin’in raporunda belirli bir ölüm nedeninden bahsedilmiyor, ancak “vücudundaki çoklu yaralanma ve kaburga kırıklarının ölümüne katkıda bulunduğu söylenebilir” ifadesi yer alıyor.

Ayrıca, bu yaralanmaların herhangi bir fiziksel iz bırakmadan “nabız ritmi bozukluğu” ya da “kalp krizine” yol açmış olabileceği de vurgulanıyor.

İsrailli insan hakları grubu HaMoked’e göre İsrail şu an güvenlik nedenleriyle çoğu Filistinli 9300’den fazla kişiyi hapiste tutuyor. Bunların 3600’den fazlası da idari gözetim altında.

Bu sayılara, İsrail Ordusu’nun başka hapishanelerde tuttuğu Gazze Şeridi’nde yakalananlar dahil değil.

Kadura, 7 Ekim’den sonraki değişikliklerin “mahkumların yaşamının her boyutunu etkilediğini” söylüyor ve mahkumların aç ve susuz bırakıldığını, kronik hastalıklara olanlara ilaçlarının verilmediğini iddia ediyor. Dayağın da daha düzenli ve ağır bir hale geldiğini vurguluyor.

“Son üç ayda 20 kilo veren bir mahkumla tanıştım” diyor.

“Sanki Gazze’deki savaş, Filistinli mahkumlar üzerindeki bir savaş gibiydi. Hepsi bir tür intikamdı.”

BBC, 7 Ekim’den sonraki haftalarda Filistinli mahkumların haberini yapmıştı.

İsrailli yetkililer kötü muamele iddiasını reddetmiş ve “bütün mahkumların yasalara uygun tutulduğunu, profesyonel ve yetenekli hapishane personelinin gözetimi altında, temel insan haklarına saygı gösterildiğini” savunmuştu.

Batı Şeria’nın Beyt Sira köyünde, Arafat Hamdan’ın babası, oğlunu arayan İsrail Polisi’nin 22 Ekim’de sabaha karşı 04:00’te yaptığı baskında kapının neresine vurduklarını gösteriyor.

Polis, oğlunun yüzünü siyah bir bezle kapattı ve boynuna bir ip taktı, Maske kokuyordu ve Arafat maskeden beri nefes almakta zorlanıyordu.

Yaser Hamdan BBC’ye yaptığı açıklamada “Onu rahatlatmaya çalıştım. Ellerinde sana karşı, bize karşı bir şey yok dedim. Evin dışında oğlumu bağlarlarken bunları söyledim. Sonra da alıp, götürdüler.”

İki gün sonra bir telefon geldi. Arafat, Batı Şeria’daki Ofer Hapishanesi’nde, hücresinde ölü bulunmuştu.

İsrailli yetkililer nasıl öldüğünü söylemedi. Arafat Tip 1 diyabet hastasıydı ve zaman zaman kan şekeri düşerdi. Babası, gözaltına gelen polislerden birinin ilaçlarını yanında getirmesini söylediğini anlatıyor. Ancak alıp alamadığı net değil.

BBC, İnsan Hakları Doktorlarının talebiyle Arafat Hamdan’ın otopsisine giren Dr. Daniel Solomon’un yazdığı rapora ulaştı.

Dr. Solomon otopsinin 31 Ekim’de yapıldığını, ancak cesedin durumu ve uzun süre soğutmada kalmış olmasının ölüm nedenini belirlemeyi zorlaştırdığını belirtti. Aynı zamanda, Arafat’ın diyabet ilaçlarının verilip verilmediği ve verildiyse hangi dozlarda verildiğine yönelik bir kayıt olmadığını not etti.

Raporda ölüm nedeninin belirlenebilmesi için, otopsinin ötesinde de testler yapılması gerektiğini vurgulandı. Yaser Hamdan “Şu ana dek nasıl öldüğünü bilmiyoruz. Hiçbir şey net değil” diyor.

Arafat’ın da, Abdülrahman’ın da cenazeleri verilmedi. Aileler kendi otopsilerini yaptırmak, cenaze töreni düzenlemek ve son vedalarını etmek istiyordu.

Ümmü Muhammed, telefonundan Abdülrahman’ın fotoğraflarını gösteriyor. “Bakın, çok neşeliydi” diyor.

Bir dönem, hapisteki arkadaşlarının lideri olmuştu.

“Onlara kahvaltı hazırlarken beni arar, onlar daha uyurken beni arardı. Hep çok aktifti. Hiç yerine oturmazdı” diyor.

Sonra ağlamasına hakim olamıyor.

“Onu bana getirin. Son kez görmek istiyorum. Son kez bakmak.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir